Adana Eskort Mila

Adana’yı yalnız kebap ocaklarının kavurduğu, pamuk tarlalarının beyaz sisine gömülmüş bir coğrafya zannetmek, şehrin gecelerinde parlayan gizli serinliği unutmaktır. Gündüz sıcağı asfaltı yumuşatıp gölgeleri ateşe atsa da akşamüstü Seyhan Nehri’nin kıyısına inen çisil rüzgâr, kavruk havanın içinden bir vaha açar. Bu ince serinlikle birlikte beliren, Kuzey Karadeniz’in yeşil tepesinden Çukurova ovasına göçmüş bir kadındır: Adana Eskort  Mila. Gözlerinde Toros eteklerine düşen son turuncu ışığı, bakışlarında Kebap ocağının titrek alevini saklayan bu kumral güzellik, şehrin iki kutbunu tek bedende eritir.

Onu ilk Dilber Dudağı sokaklarında görürsün. Güneş turuncuyu mora devrederken Mila, elinde buz gibi şalgam bardağı, diğer eliyle saçlarını ensesinden toplar. Buruk sumak tadı dudaklarına değince hafif ürperir, “Çukurova’da serinlik avuç içinde başlar” der; Karadeniz’in yumuşak ünsüzleri sıcağın kabaran şarkısını keser. Adana Eskort ifadesi diline gelmez fakat göz altındaki ince kıvrım, kelimeleri gereksiz kılar; davet bakışlarla mühürlenir.

Beraber çıktığınız ilk yürüyüş, Taşköprü siluetinin gölgesinde uzanır. Seyhan suyunun bakır rengine bakan balıkçı iskelelerinde Mila, avucuna birkaç damla su alıp bileğine sürer. Parmaklarının soğukluğu tenine değdiğinde kavruk cilt zıtlıkla canlanır; içindeki saklı serinlik ufak bir esintiyle kabarır. “Alev, suyu severse buhar doğar; buhar sırrı gizler” diye fısıldar. O an Adana Eskort Mila’nın sırrı ateşle suyu aynı gövdede sakladığını gösterir.

Bir zaman sonra Kemeraltı’ndaki eski taş konağa geçersiniz. Odada tek ışık kebap ocağından alınmış küçük bir köz kandilidir; turuncu titrer, gölgeleri duvara ılık harita gibi çizer. Mila keten elbisesini omzundan indirirken göğsüne düşen ilk ter damlası nane‑şalgam karışık serin bir koku bırakır. Dudaklarını boynuna kondurduğu anda taze toz biber sıcaklığı tenine yayılır; dudak kıyısında kalan şalgam ekşiliği, beklenmedik bir ferahlık patlatır. Adana Eskort Mila, kelimeleri baharat gibi azar azar serper—çok geldiğinde değil, tam istenen an’da vurur.

Ritmi belirlerken önce tepsi kebabı gibi ağır ağır ısınan taban sesi duyulur. Parmak uçları kürek kemiğinde acı pul biber taneleri gibi kızarık izler bırakır; avucu bel çukurunda buz şalgamı gibi ani serinlik çizer. Her nefeste “tatlı‑acı” dengesi, Adana sokaklarının susmayan kontrastı olur. Gövden terin tuzuna bulanırken Mila ince bileğiyle yalayıp “baharat düşmesin” der ve tekrar öper—tuzlu, ekşi, sıcak ve serin aynı anda yankı yapar.

Gece yarısı balkona çıkarsınız. Şehrin ışıkları pamuk tarlasına serpilen kor boncuklar gibi yanıp söner. Mila saçlarını savurup “Çukurova nefes alıyor” der; avucuna aldığı son damla soğuk suyu göğsüne bırakır, serinlik cildin ateşini buğulandırır. Adana Eskort kelimesi dudaklarından ince bir buhar gibi yükselir; artık kavurucu ısı ile gizli çisil arasında yarı uyur‑yarı uyanıksındır.

Sabah, Toroslardan inen seyrek rüzgâr perdenin ucunu kaldırırken Mila saçlarını toplayıp küçük bakır sumak kutusu bırakır. “Bir çimdik serpiştir, ben gelirim” yazar. Kapı kapanır; odada hâlâ şalgam ekşiliği, toz biber ısısı ve Seyhan suyunun serin gölgesi dolaşır. Gün boyu hangi çığırtkan “Adana kebap!” diye bağırsa, kulağında Mila’nın “ateşte su, suda ateş” fısıltısı yankılanır—çünkü Adana Eskort deneyimi, artık damarlarında kavrulup buharlaşır.

Leave a Reply